Quantcast
Channel: Eğlencelik – Egonomik
Viewing all 283 articles
Browse latest View live

Battlefield 3′ü ücretsiz indirebilirsiniz, kaçırmayın!

$
0
0

Evet sevgili dostlar haber vardır haber vardır, böylesi ise pek bir candır, pek bir müjde tadındadır. Şahsen bu akşam aldığım en güzel haber bu diyebilirim. Sevgili Origin‘ci amcalar bu sabah yataklarından keyifle kalkmış olacaklar ki “Bugün ne yapsak?” diye düşündükleri bir an Battlefield 3′ü tamamen beleş olarak dağıtmaya karar vermişler. Tam da böyle Splinter Cell’i bitirip, GTA 4′ün hoşuma giden iki versiyonunu da tüketip (çapır kültürü pek bana hitap etmediği için motorcu elemanlı versiyonu oynamadım) yoluma devam edecek adam akıllı bir oyun bulamamışken, Medya Markt’dan 29 TL’ye aldığım Ghost Recon isimli zevksiz üçleme oyunun hayal kırıklığını henüz üzerimden atamamışken ilaç gibi geldi yemin ediyorum.

Normalde askeri temalı oyunlardan pek hazzetiğimi söyleyemem ve ayrıca prensip gereği fiyatı üç haneli rakamlarla telaffuz edilen oyunları satın almıyorum zira olay bir yerden sonra emeğe değil markaya para ödemek anlamına geliyor. Ancak her yeni versiyonu 100 TL’nin üzerinde satılan Battlefield gibi bir klasiği de beleş bulmuşken oynamamak olmaz. Tabi ben de gerekeni yaptım, attım 19 GB’lık kurulum dosyasını Origin‘e indirmeye başladım… Battlefield 3 bedava, bedava ya niye indirmeyeyim?

Battlefield 3 Ücretsiz İndir

Benzer Yazılar


Çinlilere “Yemeğimden kurbağa çıktı” diye şaka yapan adam

$
0
0

Elemanın teki Çinliler hakkındaki düşüncelerimi sorgulamama neden olan bir şaka hazırlamış. Börgır King gibi, KFC gibi uluslararası fest fuud zincirlerinin Çinistan şubelerine gidip “Bakın hamburger kutumdan ne çıktı” diyerek çalışanların akıllarını alıyor. İşin ilginç tarafı Çinlilerin kutudan çıkan kurbağa hayvanatına “Beleş yemek” gözüyle bakmak yerine tırsarak yaklaşıyor olmaları. Neticede şakacı eleman kurbağayı süpermarketten alıyor, hatta elinde böyle bodozlama kasaya gittiği için kasiyer kızlar “Önce tarttır, önce tarttır” diye uyarıyorlar. Şimdi bu Çinliler kurbağayı yiyorlar mı yemiyorlar mı? Yiyorlarsa neden görünce tırsıyorlar? Biri bana elinde börgır kutusuyla gelip “Bak kutumdan lahmacun çıktı” dese ben tırsmam mesela, ne tırsacam lahmacundan.

Bak böyle deyince aklıma ufak bir hikaye geldi, hazır Wolfenstein New Order’ın kurulumunun tamamlanmasını bekliyorken anlatayım da zaman geçsin.

Adamın biri akşam evine dönerken fırına uğrayıp bir adet ekmek almış. Eve geçmiş, sofraya oturmuş, ekmeği tam böyle ortadan bölünce bir de ne görsün? İçinden çorap çıkmış. Sinirlenmiş tabi, yemeği memeği bırakıp bir hışımla fırlayıp fırına gitmiş. İçeri girmiş, fırıncı amcaya “Efendi efendi bu nedir, bu ne rezillik bu ne kepazeliktir?” diye çıkışmış. Fırıncı şaşkın “Hayırdır beyefendi ne oldu?” diye sorunca “Ne olacak, ekmeğimden çorap teki çıktı” demiş. Bunu duyan fırıncı durur mu, yapıştırmış cevabı “Aşk olsun beyefendi, küçücük ekmeğin içinden takım elbise çıkacak hali yok ya…” deyu. Ya azizim ya, zor bu işler…

Benzer Yazılar

Nike’ın yeni süper animasyon filmi: The Last Game (Risk Everything)

$
0
0

İşte reklam filmi dediğin böyle olur. Nike yine bombayı patlatmış ve Rooney’li, Ronaldo’lu ve daha bir çok star futbolculu harika bir animasyon filmi hazırlamış. Futboldan riski ve dolayısıyla eğlenceyi çıkaran kötü bir karaktere karşı güçlerini birleştiren kahramanlarımız, benim gibi uzaktan futbolseverlere bile “Ah ulan şöyle çekişmeli bir maç olsa da izlesem” dedirtecek türden bir maceraya girişiyorlar. Her ne kadar benim bedenime uygun adam akıllı XXL tişörtler üretmiyor olsa da Nike’ı bu çalışma dolayısıyla tebrik ediyorum.

Benzer Yazılar

Yürüyen merdiven olayını çok yanlış anlayan teyze

$
0
0

Yürüyen merdivenler icat oldu olalı ne ocaklar söndü, ne babayiğitler madara oldu be arkadaş. Sıradan vatandaşları geçtik, içerisinde bulunduğumuz ikibinli yıllarda koskoca parti liderlerini bile sınadı bu şeytan icatları. Dışarıdan bakılınca çalışma sistemleri son derece basit gibi görünüyor olsa da, videodaki teyzemiz gibi örnekler bizlere hala kolayca anlaşılamayan, uzay mekiği vari karmaşık yönlerinin olduğunu gösteriyor… Yalnız sesli güldüm yemin ediyorum.

Benzer Yazılar

Eğer ben dünyayı yönetiyor olsaydım

$
0
0

Buraları hep Türkiye karıştırıyor” ölmeden önce batılı ülkelerden duymayı en çok istediğim cümledir herhalde. Mevlam kime devlet otoritesi verip kime vermeyeceğini biliyor vesselam, iyiki benim gibi kolay öfkelenip her an gemileri yakmaya hazır insanlar ülke yöneticisi olmak yerine bir yerlerde maaşlı olarak çalışıp tırt yaşamlar sürüyorlar. Şahsen ben, hele ki güçlü bir ülkenin başında olsaydım var ya, oy anam oy, yedi düvele kök söktürürdüm yemin ediyorum. Ülkeme de terörist devlet mi derlerdi, güçlü mü veya emperyalist mi derlerdi zerre umrumda olmazdı. Mesela en başta Londra’yı şöyle bol kıvamlı sebze çorbası gibi bir güzel karıştırırdım. Sokaklara dökülüp “İstemeyuuk, istemeyuuk!” diye protesto eylemleri düzenleyen, kendi vatandaşlarıyla çatışıp zıt görüşlere ölümüne düşman bir güruhun gizli finansörü olurdum. Hemen ardından televizyon kanallarında “İngiltere’deki dikta rejiminin halka yaptığı zulmü endişeyle izliyoruz” türü mesajlar yayınlatırdım. Kraliçeyi ve dolayısıyla temsil ettiği İngiliz Halkını olabildiğince küçük düşürmeye çalışırdım. Sonra doğacıymış gibi, çevreciymiş gibi görünen organizasyonlar kurup sevmediğim ülkelere musallat ederdim. İşin en güzel tarafı da o ülkelerde yaşayan insanların bu organizasyonların samimiyetlerinden zerre endişe duymamaları olurdu.

İsrail’e özel ilgi gösterirdim. Öncelikle özgürlük istiyormuş gibi, adalet istiyormuş gibi görünen ve fakat tek amacı benim emellerime hizmet etmek olan, uyuşturucu kaçakçılığı ile maddi gelir elde eden, yeri geldiğinde benim isteklerime ters düşen hareketler yapan İsrail hükümetine göz dağı vermek üzere silahlı eylemler düzenleyen bu grup için dünya kamuoyu önünde “İsrail’in bu özgürlük savaşçılarını muhatap alması gerekir. Ayıptır yahu günahtır…” tarzı yorumlar yapardım. Hele hele benim bir ara demokrasi götürüp çekilmiş gibi yaptığım, fiilen olmasa bile tüm yönetimini kendime bağladığım bir başka tırt ülke ile benden izinsiz petrol ticareti falan yapmaya kalksaydı, onun bölgesinde yeni yapılandırdığım devasa bir terörist organizasyonu üzerlerine salardım. Ya konsolosluklarını basardım, ya yol kesip huzursuzluk çıkarır, bölgede terörün ne kadar güçlü bir etken olduğunu tüm dünyaya göstererek başka kimsenin onlarla ticaret yapmaya girişmeyeceğinden emin olmaya, aynı zamanda güçlerini, inançlarını ve dirençlerini kırmaya çalışırdım. Koskoca diktatör olmuşum, herkesin bana bağlı ve muhtaç olmasını istemek en doğal hakkım değil mi?

Ordan Almanya’ya atlardım. “Almanyacım, ben bir duyum aldım bilmiyorum… %99 doğru deniliyor, dün de yazdı gerçi, siz Fransa ile ticaret yapıyormuşsunuz. Petroldü bilmem neydi alıp satıyormuşsunuz. Yap-ma-ya-cak-sı-nız” derdim. “Nasıl yapmayacağız ya sana ne kardeşim?” falan diye atarlanmaya kalkarlarsa da “Aaa… Senin Birinci Dünya Savaşından sonra imzalanan Hozan’dan haberin yok herhalde. Gizli anlaşmalarımız, mandacılık üzerine yaptığımız ve tarihten sildiğimiz gizli görüşmelerimiz… Hatırlatayım bak bir şeye ihtiyacın olduğu zaman ne üreteceksin ne de başka bir yerden alacaksın, ben sana satacağım. Çok çabuk unutuyorsun bu tür şeyleri çükünü keserim bak senin” diye aklını alırdım “Taam ya taam yapmıyoruz” dedikten sonra, aklı sıra işi kitabına uydurmaya çalışıp, kendi devlet bankaları aracılığıyla gizli gizli ticarete devam ettiklerini öğrenecek olursam da hemen devlet erkanı arasında geçen ve gizlice kaydettiğim sır niteliği taşıyan görüşmeleri ifşa edip “Bak artizlik yaparsan aha da başına bunlar gelir” deyu kabiliyetlerimin sınırı olmadığını gösterircesine göz dağı verirdim. Ha bir de arada çeşitli kasabalarında köylerinde bombalar falan patlatır, halka korku, endişe ve huzursuzluk verirdim, öyle ki kendi devletlerine küssünler, ben istediğim zaman fitillerini yakıp aykalandırabileyim. Haa, hepsinden önemlisi on yıllar boyunca yaptığım gibi bütün bu tırt ülkelerin vatandaşlarını en başta kendi liderlerine düşman ederdim. Hatta medya kanallarını satın alır (belki de kendim kurar), onları esasen milliyetçiymiş gibi gösterir ve sabah akşam aleyhte yayın yaptırırdım. Bir tek Allah’ın kulu da çıkıp “Lan şu gazete vatan haini be” diyemezdi, ya tırsardı ya da kafası basmazdı çünkü büyük bir ihtimalle eğitim sistemlerinin yapılanmasında yine benim payım ve süzgecim olurdu, korkuturdum, korka tırsa ve anlamsız biçimde cesurmuşcasına yetişirlerdi.

Evet evet, tüm bu ülkelerin tarihlerini hep ben yazmış olurdum, sevdiğim kısımları vurgulayıp sevmediğim kısımları traşlardım ne güzel. Geçmişte hepsinin başkentlerini işgal etmiş olurdum ve fakat yeni jenerasyonlarının her şeyden habersiz, küçük dağları biz yarattık edasıyla etrafta dolaşmalarına da izin verirdim. Tarihini bilmeyen bilmem ne olamaz, geçmişi görmeyen gelecek hakkında yorum yapamaz türü söylemlerinin hepsini bir vesile Abidas ile, Feysnuk ile değiştirir, ellerine de çok fazla düşünmeden, eyleme geçme ihtiyacı hissetmeden deşarj olmalarına imkan sağlayacak teknolojiler verirdim. Neticede kölelik sistemi eskisi gibi yürümüyor, ne demiş değerli büyüğümüz Göte; “Kimse özgür olduğunu sanan köleler kadar ümitsizce köleleştirilmemiştir.“, mis. Hepsini olaylardan habersiz köleler haline getirirdim, ülkelerini de “Geel arkadaş gel, cep telefonuna gel, otomobile gel, domatesi bile kendin üretemiyorsun hadi ona da geeel” diye bağırdığım pazarlar haline getirirdim. Onların kaynaklarını ve varlıklarını sömürerek bir şeyler üretir yine onlara çok pahalıya satardım. Muhtemelen o kadar pahalı satıyor olmama ve alım güçlerinin aman aman yüksek olmasına izin vermememe rağmen nasıl olup da hala o şeyleri almayı başardıklarına ben de akıl erdiremezdim ancak devran ne güzel döner giderdi…

Vay arkadaş, elimde imkan olsaydı içten ve dıştan karıştırıp güçsüz bırakacağım ülkeler için yapmayı düşündüklerimin çok çok ufak bir kısmını anlattım ama yemin ediyorum benim bile ruhum daraldı. Bir de bir an için o ülkelerde yaşayıp, yapacağım tüm bu iğrenç kötülüklerin bir şekilde farkına varacak olan insanların yerine koydum kendimi de, onlar için ne acı bir durum ne acı bir his olurdu be. Çok şükür benim gibi diktatörlük potansiyeli bulunan kimseler dünyayı yönetmiyor, öbür türlü yaşanacak gibi bir yer olmazdı yemin ediyorum.

Benzer Yazılar

Wolfenstein: The New Order hakkındaki izlenimlerim

$
0
0

Geçen sene bu zamanlar “Heyecanla beklediğim oyun: Wolfenstein: The New Order” başlıklı bir yazı yayınlamıştım. Bu oyunu ne kadar büyük umutlarla beklediğimden bahsetmiştim. Zaman harbiden ne çabuk geçiyor anasını satayım, o yazıyı yazarken oyun hiç çıkmayacakmış gibi hissediyordum ve fakat an itibariyle oynayıp bitirmiş olarak karşınızdayım. Hatta ikinci kez oynamaya bile çalıştım ama gözümde eskidiği için yemedi, o derece.

Efenim oyunu henüz fiilen tecrübe etme imkanı bulamamış olan arkadaşlarımız en azından sağda solda yazılıp çizilenleri okumuş, neyin ne olduğu konusunda az çok fikir sahibi olmuşlardır. Kırekli oyuna, yazılım korsanlığına, özetle emek hırsızlığına tüm benliğiyle karşı olan bu arkadaşlarımızı canı gönülden kutladıktan sonra Wolfenstein efsanesinin büyük bir fanı olarak bu son versiyonu ile ilgili nacizane görüşlerimi, elcağızlarımla aldığım ekran görüntüleri eşliğinde paylaşmak istiyorum.

Oyun, bana sorarsanız hem olmuş hem olmamış. İşin aslı birisi koşa koşa yanıma gelip çok ani bir şekilde “Caner nassı olmuş Wolfenstein beğendin mi?” diye sorsa “B-beğendim… Yok beğenmedim… Bilmiyorum lan baskı yapmayın bana” diye isyan ederim. Oyun hakkında ne hissetsem ne söylesem, önersem mi önermesem mi bilmiyorum. Çok net söyleyebileceğim bir şey var o da kesinlikle 100 TL etmeyeceği. Evet, ben biraz aceleci davrandım ve kutusunu koleksiyonuma katmak üzere araştırıp, o an için satın alabileceğim en uygun fiyata aldım. Şimdilerde ucuzlamaya başlamıştır bile ama sizlere tavsiyem eğer almayı düşünüyorsanız az daha sabredin bir iki aya 30 TL’ye kadar düşer.

Oyuna giriş ekranıyla başlayalım. Her şeyden önce zorluk seviyesi seçerken karşıma çıkan aşağıdaki olayı hiç beklemiyordum, haliyle baya bir güldüm. Polat Alemdar’dan 3 kat daha ölümsüz olan, koskoca kas yığını B.J. Blazkowicz‘i ve en kolay seviyede oynamayı tercih eden tırsak oyuncuları bildiğin madara etmişler.

wolfenstein-the-new-order-1

Karşılama ekranı oyuncuya kaliteli bir maceraya başlamak üzere olduğunu hissettiriyor. Ben kendisini NVIDIA GTX 765M ekran kartı bulunan Gigabyte P25K marka / model leptopumla, 1920×1080 çözünürlükte; “Bring’em On!“da, yani normal seviyede oynadım. Bu halde takılma kasılma falan yaşamadım ancak zaman zaman ya benim donanımımda ya da oyunun grafiklerinde bir sorun olduğunu düşündüğüm oldu. Bir de Doom 3′ü de oynamış bir insan evladı olarak grafikler bana Nazili Doom oynuyormuşum hissi verdi diyebilirim. Bilmiyorum belki de ID Tech motoru ile alakalıdır zira versiyonları farklı olsa da bildiğim kadarıyla her iki oyun da aynı motor ile yapılmış. Neyse, Bethesda Soft mudur Machine Games midir her ne iseler ne yapımcı ne de yayıncı olarak her ikisinin de adını sanını şimdiye kadar duymamıştım. Oyun camiasının guruları haklarında pek çok şey söylemiş ancak Ubisoft’tan, EA veya Crytek’ten öte köy bilmeyen biriyim ve gençliğimin kralı ID Software’in introsunu has rolde göremeyince hafiften içim burkuldu diyebilirim.

wolfenstein-the-new-order-2

Yapımda ve yayında emeği geçen firmaların bir eksikliği midir bilemiyorum ancak şahsen benim Arkadaşım Hoşgeldin’e (Tolga Çevik) benzettiğim şu yukarıdaki elemanın yanaklarına neyin bakacak olursanız böyle tırtık tırtık dokular olduğunu rahatlıkla gözlemleyebilirsiniz. Valla ben tüm grafik ayarlarını full yaptım, ne varsa “High” olarak işaretledim ancak elde ettiğim en iyi sonuç buydu malesef. Artık konfigürasyonla mı alakalı bilemiyorum ancak, aşağıdaki resimde de görebileceğiniz üzere masaların üzerlerindeki objeler olsun, duvarlardaki yazılar olsun (ki oyunun herhangi bir bölümünde kırılma yerleri kesin biçimde belli olan tahta kasalar haricinde herhangi bir nesneyi hareket ettiremiyor veya etkileşimde bulunamıyorsunuz) baya baya dandikti yani. Yok lan bazı yerler harbi çok dandikti.

wolfenstein-the-new-order-3

Tamam grafikleri falan anladık da oyunda en çok rahatsızlık duyduğun şey ne oldu?” diye soracak olursanız, cephane fukarası bir Blazkowicz ile Nazi öldürmeye çalışmak oldu derim. Arkadaş tamam gerçekçilik falan katmaya çalışmayı anlarım da öldürülen her Nazinin cesedini soymak için E tuşuna basmak zorunda olmak, o neymiş öyle ya. Oyun bitene kadar şarjör, sağlık, zırh almak için E tuşuna basmaktan parmağım nasır tuttu. Harbiden diyorum ama bütün senaryo boyunca “Aman şarjörüm bitmesin, zırhım neyin eksik kalmasın şimdi şurdan bir canavar çıkar Hakkın rahmetine kavuşurum Mazallah” diye endişe duydum. Nazi’lerin karşısına, insana musallat olan evsiz şarapçılar gibi çıktım, her birine ayaklı şarjör muamelesi yaptım. Son derece gereksiz olan bu tür şeylerden sonra oyun keyfimi en çok yapay (geri) zeka baltaladı. Ben Splinter Cell oynamış adamım. Her çıtırtıya, her ufak gürültüye kıllanan “What?.. Haa..” diyen düşmanların arasından çıkıp Nazi Hapisanesindeki o eli joplu sağır ve bir o kadar kör kalasları görünce dedim Allah belanızı vermesin. Normal aksiyon sahnelerinde yapay zekanın geriliği çok belli olmuyor zira sizi gören herkes hemen ateş etmeye başlıyor fakat sneaking dedikleri sinsice hareket etmek gereken bölümlerde baya baya neandertallarla karşı karşıyaymışsınız gibi hissediyorsunuz.

wolfenstein-the-new-order-4

Silah tasarımları on numara, hepsini böyle etli etli, dolgun dolgun yapmışlar. Gerçi hiçbiri kalıbının silahı değil, alçak düşman karşısında çoğunlukla hava tabancası gibi hafif bir meltem etkisi yapıyorlar ama tepmeleri falan baya iş yapıyormuş gibi, el bombası da keza öyle. Bir de bazı yaratıklar için oyun size “Çift kademeli beton gibi pompalıyı görünce yaratığı bununla öldürürüm sandın demi? Çakaaal… Yok öyle yağma, lazer kullanacaksııın” diyor. Yani ikili üçlü beşli silahları görüp onlarla dağları devireceğinizi falan sanmayın, zaten iki üç sıkmadan sonra şarjörler pert oluyor. Karşınıza, özellikle bölüm sonu canavarları çıktığı zaman her şeyi bırakıp lazere abanın, kırlarda papatya topluyormuş gibi bir o yana bir bu yana koşturup lazer doldurun, bir kaç kez mefta olduktan sonra oyunun sizden bunu istediğini anlıyorsunuz zaten.

wolfenstein-the-new-order-6

Hep kötü yanlarından bahsettim, aslında daha bahsederim de yukarıda da söylediğim gibi oyunu hem beğendim hem beğenmedim. Bu halde yerin dibine sokmanın manası yok. Haa dur lan son bir şey daha var söylemezsem içimde kalır. Arkadaş ben gittim sırf internetten indirmekle uğraşmayayım, ayrıca koleksiyonuma fiziksel olarak katılsın diye kutusunu satın aldım ancak 20 GB’lık DVD’lerin yanında hayvanın evladı tuttu bir 20 GB’da internetten indirdi. Elin oğlunun Steam’den DLC paketleriyle birlikte satın aldığı oyun komple 15 GB tutuyorken bu amcalar 40 GB’lık neyi ne yapmışlar yemin ediyorum akıl erdiremedim. Hayır böyle GTA gibi açık dünya oyunu falan da değil yani. İlginç.

wolfenstein-the-new-order-5

Senaryo nisbeten göreceli bir konu, ben Nazi olayına ve Wolfenstein’in bu olaya yaklaşımına zaten hasta olduğum için, özellikle yer yer giren sinematiklerle ilerleyen film tadındaki senaryoyu çok beğendim. “Aman yanlışlıkla bir tuşa basmayayım da demoyu atlamayayım. Hem o kadar para verdim” diye her bir detayı itinayla izledim, inceledim. Oyunda, piyasaya çıkmadan önce yayınlanan fragmanlardaki olayların hemen hiçbiri tam anlamıyla yer almıyor. Ben böyle mekanik köpekli Nazi askerleri arasında şehirde dolaşmayı, kontrol noktalarından geçmeyi veya ne bileyim faul yapan futbolcuları vuran hakemlerle karşılaşmayı falan bekliyordum. Amcaların “Sinematik treylır” ayağına sadece ana konuya gönderme yaptıklarını, bu olayları, fragmanda gösterilenlere kıyasla ancak ucundan kıyısından yaşadığımızı görünce az biraz üzüldüm.

Kestıllar… Yani şatolar. Wolfenstein denilince Nazili otantik şatolar olmadan olmaz. The New Order’da yine şatolara dalınca, taş yapıların bir güzel altlarını üstlerine getirince yine büyük keyif aldım. Ayrıca nisbeten modern bir Nazi toplama kampında bulunmak da heyecan vericiydi. Blazkowicz’in yapısı ve karakteri, isyankar bir anarşik grupla ortak hareket etmek, karargahta mutluluk renkli ışıklar eşliğinde özgürlüğün tadını çıkarmak, aşk maşk falan süperdi. Gerçi bir vesile 15 yıl nadasta bekleyen Blazkowicz amcanın bu süre zarfında kas yığınından en ufak bir şey kaybetmemiş olması biraz mantıksızdı ama, “Hadi baham” deyip idare ettik o kadarını da.

Eski oyunlardan hatırlıyorum “Lan ne yapacam ben şimdi burda?” diye aval aval ortalıklarda dolaştığım zamanlar oluyordu, bu oyunda bence oyuncu çok güzel yönlendirilmiş. Haritalarınız var, işaretleriniz var, yanınızda sizinle birlikte ilerleyen vatandaşlar olayları “Kırmızı düğmeye basmayı unutmazsın değil mi Blazkowicz? Hani var ya şu masanın yanındaki evrak dolabının hemen üstünde, kapının hizasındaki kırmızı düğme…” diye gerizekalıya anlatırmış gibi tarif ediyorlar. Bir de esas oğlanın “Adana kebap Hacıoğlu’nda yenir” netliğindeki “Şurdaki şatoda ne Nazi vardır ha, iki dakika uğrasam çok kral öldürürüm” türü iç sesleri işinizi bir hayli kolaylaştırıyor. Bunun yanında anarşik karargahtaki oyuncak toplamalı, boncuk toplamalı yan görevler bir o kadar gereksiz ve zaman katili.

wolfenstein-the-new-order-8

Tekrar tekrar belirttiğim üzere oyun hakkındaki duygularım gerçekten karışık. Kötü ve iyi yanlarını şöyle adam akıllı bir tartınca harbiden kötü yanları ağır basıyor. Ben bir single player insanı olduğum için multiplayer desteğinin bulunmaması çok da umrumda olmadı ancak “Multiplayer yok lan? Böyle oyun mu olur kardeşim, atın çöpe gitsin” diye hayıflananları da gördüm. Benim bu ayardaki hayal kırıklığım oyunun zırt diye bitmesi oldu. Abartmıyorum, işten eve geldikten sonra 3 veya 4 akşam oynadım ve bir gece ansızın bitiverdi. Ben daha anarşik isyankar ekibimle birlikte çorbacıya gideceğiz, sonra yarım kalan işleri falan halledeceğiz diye bekliyordum ancak hiç beklemediğim bir anda kıredits ekranı ile karşılaşıncca çok şaşırdım. Bilemiyorum belki de oyunun o kadar kötülediğim yanlarına rağmen beni içine almayı çok iyi başarmış olmasıyla alakalıdır.

Sonuç itibariyle bu oyun alınır mı derseniz şu anda alınmaz ama dediğim gibi bir kaç ay daha sabredip fiyatının düşmesini bekleyip 30 veya 40 TL’ye alabilirsiniz. Efsane seriye yakışır bir oyun değil ancak oynanır, yer yer sinir etse de genel olarak keyif de verir. Bir de ufak bir tüyo olaraktan, eğer oyunu oynarsanız anarşizmin beşiği olan karargaha gittiğiniz zaman karşınıza çıkan bütün yataklarda uyuyun, her defasında uyuyun ama. Amcalar bazı güzel sürprizler hazırlamışlar.

wolfenstein-the-new-order-9

Benzer Yazılar

Karanlık tarafı seçen bebek

$
0
0

Vay arkadaş demekki karanlık tarafın yolcusu olan Darth Vader’lar bebekliklerinde bile böyle oluyorlarmış. Ne demiş ünlü Türk düşünürü Cem Yılmaz? Eğitim şart. Çocuk böyle böyle sinyal vermeye başladığı zaman hemen dünyanın ne kadar güzel bir yer olduğu, insanları incitmenin oyuncak arabaları masadan itmekle aynı şey olmadığını falan öğreteceksin. Alabildiğine hümanizm aşılayacaksın ki büyüyünce bir Darth Vader’a veya daha kötüsü bir Hitler’e neyin dönüşmesin.

Benzer Yazılar

El arabasında uyuyan arkadaşı uçurumdan aşağı atma “şakası”

$
0
0

Bu videodan anlıyoruz ki bir vesile Brezilya’ya gidip inşaat işçiliği yapmamız gerekirse, molalarda uçurum kenarında bulunan bir el arabasında uyuklamayacakmışız. Adamların şaka anlayışları bir başka azizim. Hayır gülüyorlar ediyorlar da aralarından bir tanesinin, sadece tek bir tanesinin bile aklından “Ya ölürse?” gibi bir düşünce geçmiyor mu yav? Yani ne bileyim uçurumdan aşağı düşen veya atılan insanların ölme ihtimallerinin baya yüksek olduğu sır değil. Gerçi dur lan şimdi hatırladım, bizde de arkadaşının makatına kompresörle hava basıp komaya girmesine neden olan daha beter elemanlar vardı.

Benzer Yazılar


Bu şarkının 3/4′ünü anneme gönderiyorum

$
0
0

Mesajımı bundan daha açık nasıl ifade edebilirdim bilmiyorum. Buradan benim annem dahil bütün 30 yaş ve üstü bekar erkeklerin annelerine bu şarkının 3/4′lük kısmı ile (Son 1/4′lük kısmı işime gelmiyor çünkü) seslenmek istiyorum: Evlenmirik evlenmirik el çekin bizden, sultanlığı, bekarlığı almayın bizden!.. Arkadaş bu ne zulümdür, bu ne yıldırma politikasıdır, bu ne “Tamam yav evlenecem yeter ki bir daha söyleme Allah’ını seversen” diyecek noktaya gelinceye kadar insanı canından bezdirmedir böyle. Yahu tamam siz istiyorsunuz iyi hoş da bir sorun evladınız da istiyor mu? Belki adamın planı programı vardır, belki kendini henüz hazır hissetmiyordur veya ne bileyim kafası rahattır pişmiş aşa soğuk su katası yoktur, he? Hem hani nasip kısmetti bu işler? Su akardı yolunu bulurdu, olacağı varsa Fizan’dan gelirdi vesaire? Lütfen…

Hadi yavrum bi’daha: Evlenmirem evlenmirem el çekin benden, ana sultanlığı bekarlığı alma elimden!..

Benzer Yazılar

Elysium filminin göz dolduran görsel efektleri

$
0
0

Yanarım yanarım da şu sinema dünyasına bir vesile kapak atamadığıma yanarım. Daha önce de bahsettiğim gibi özel ilgi alanıma giren milyarlarca farklı konu var, bu özel ilgi alanı konusunda son derece açgözlü bir insan evladıyım yani. Sinema ise; bilgisayar, internet, teknoloji gibi başlıklarla birlikte listemdeki 9576 madde arasından ilk 10′a girer diyebilirim. Hatta şu dakika telefonum çalsa Holivut’tan ünlü bir yapım firması arayıp “Caner bizdeki yönetmenlere, senaristlere hep kıran girdi. İşin yoksa atla gel. Stüdyoysa stüdyo, imkansa imkan, yıllardır hayalini kurduğun filmleri çek” dese, an itibariyle beni tanıyan herkesin çok geçmeden “La bir Caner vardı ne oldu birdenbire ortadan kayboldu?” demelerine vesile olacak kadar hızlı biçimde giderim. Korkusundan bilim-kurgusuna zirilyon tane film izledim sonuçta, çekmesi ne kadar zor olabilir ki? Anlayacağınız o telefonu cidden bekliyorum.

İzlediniz mi bilmiyorum Matt Damon‘un oynadığı, geçen sene vizyona giren Elysium isimli bir film vardı. Büyük beklentileri suya düşüren, bilim-kurgu olması gerekirken amaçsızca duygusala bağlayıp finalde “Hasstır be!..” dedirten yüksek bütçeli tırt bir filmdi. Biz, Matt amca şu canım kıyafeti giyip piyasanın tozunu attıracak diye beklerken o “Allah’ını seven vurmasın, zaten zor ayakta duruyorum” modunda dayak yeyip durdu. Yeri gelmişken, siz de benim gibi bu filmi izleyip bir şeylerin eksik kaldığını hissedenlerdenseniz ihtiyar Tom Cruise’un (Adam 52 yaşında lan. Vakt-i zamanında onunla birlikte Top Gun’da oynayan kadın şimdiki filmlerde teyze / nene rolleri oynuyor) yeni filmi Edge of Tomorrow‘u izleyip babalar gibi tatmin olabilirsiniz. Bu filmde Elysium’daki o iş görmez kıyafetin adam gibi çalışanını yapmışlar.

Tabi filmin kötü olması görsel efektlerinin de kötü olduğu anlamına gelmiyor. Hatta uzaydaki istasyon ve abartılı toz bulutları gibi birkaç detay (Konunun etrafında döndüğü uzay istasyonu ne kadar detaysa artık) haricinde Image Engine isimli görsel efekt firması baya sağlam bir iş çıkarmış diyebilirim. Robot askerlerin çevre ile olan uyumu, insansı hareketleri falan süperdi, adamlar moşın kepçır (Motion capture) olayını aşmışlar. Yukarıdaki video ile de benim gibi “Nasıl yapıyorlar la bu olayları?” diye merak içinde bulunan sinemaseverlere cevap veriyorlar. “Olur da Holivut’tan o telefon gelirse filminizin görsel efektlerini yaptırmak için başkasına gitmeyin, bize gelin” diyorlar. Olur yani, ben giderim.

Hırsızlık ve hüsranla sonuçlanan hırsızlık girişimleri (GIF)

$
0
0

Hırsızlık. Dünyada “adil” bir adalet sisteminin olmadığının, varsa bile uygulanamadığının en somut kanıtı bence. Sizler de denk gelmişsinizdir, arkadaşlar arasında sohbet ederken belalı bir tip hakkında “Şu adam hiç tekin değil. En az on kişiyi yaralamış, hırsızlık, gasp işlerine bulaşmış” falan derler. Ben de bu gibi durumlarda hep mevzubahis elemanın nasıl olup da hala halk arasında elini kolunu sallaya sallaya dolaşabildiğini merak eder dururum. Malum, mevcut adalet sistemine göre bir suçtan hüküm giydiğinizde hapis yatmamanız için tüm imkanlar seferber ediliyor. Aldığınız cezanın yarısı mı üçte ikisi mi ne infaz ediliyor, iyi haldi bilmem neydi derken üç beş ay yatıp, daha doğrusu içeride kendiniz gibi kötü insanlarla tanışıp çevrenizi genişleterek çıkıyorsunuz. Caydırıcılık sıfır.

Ben, hırsızlığın bazen ne kadar büyük acılara sebep olabildiğini şahsen tecrübe etmiş bir insan evladı olarak bu eylemin en ağır biçimde cezalandırılması gerektiğine inananlardanım. Aç olduğu için ekmek çalanlardan bahsetmiyorum, onlar için aksine bu toplumun bir parçası olarak sorumluluk hisseder, hatayı kendimde ararım. Benim bahsettiğim yeni evlenenleri takip edip evlerini “patlatanlar“, ekmeğinin peşindeki tırcıların benzinlerini sinsice hortumlayıp satanlar, kendinden güçsüzleri gasp edenler vesaire. F tipi hücre falan hak getire, bana kalsa bu vatandaşları bir daha gün yüzü göremeyecekleri biçimde cezalandırır, bu tür suçların önünü kökten keserim. Hani Amerikan filmlerinde önüne geleni öldürüp, iş polis vurmaya gelince “Aman Tanrım polis öldürmek mi? Çıldırmış olmalısın dostum!” diye tırsan tipler olur ya, heh işte onlardaki tırsı hissiyatını aynen hırsızların hissetmesi için ne gerekiyorsa yaparım.

Bir de bu aşağıdaki gibi hırsızlık olayını eline yüzüne bulaştırıp komik duruma düşen dingiller var. Hepsine ayrı ayrı ve içtenlikle oh olsun, beter olsunlar diyorum.

#1 – Bisikletli ninja

komik-hirsizlik-girisimi-1

#2 – Güvenlik kablosunu bilmeyen cahil hırsız

komik-hirsizlik-girisimi-2

#3 – Güvenlik kamerasını farkedince

komik-hirsizlik-girisimi-3

#4 – Palalı (Evet “palalı”) bir kasiyere asla bulaşma

komik-hirsizlik-girisimi-4

#5 – Aşırı hız öldürür

komik-hirsizlik-girisimi-5

#6 – Şu silahı bir çıkarabilsem…

komik-hirsizlik-girisimi-6

#7 – Düşük pantolonun azizliği

komik-hirsizlik-girisimi-7

#8 – Jason Statham’ın amcaoğlu

komik-hirsizlik-girisimi-8

#9 – Ya Hak!

komik-hirsizlik-girisimi-9

#10 – Gökten bir hırsız düşmüş

komik-hirsizlik-girisimi-10

#11 – Chun Li’ye asla bulaşma!

komik-hirsizlik-girisimi-11

#12 – Kahramanlık engel tanımaz

komik-hirsizlik-girisimi-12

#13 – İki taşla iki kuş

komik-hirsizlik-girisimi-13

#14 – Dünyanın en şanssız hırsızları

komik-hirsizlik-girisimi-14

#15 – Mortal Kombat mode is on!

komik-hirsizlik-girisimi-15

#16 – Chun Li’nin teyze kızına da asla bulaşma!

komik-hirsizlik-girisimi-16

#17 – Amerikan güreşleri sezonunda hırsızlık

komik-hirsizlik-girisimi-17

#18 – Bi’daha da böyle şeyler yapma!

komik-hirsizlik-girisimi-18

#19 – Işık hızıyla vuku bulan ilahi adalet

komik-hirsizlik-girisimi-19

#20 – Son sistem hırsızlık koruması

komik-hirsizlik-girisimi-20

#21 – Köpekler, en iyi dostlarımız

komik-hirsizlik-girisimi-21

#22 – Silaha karşı sandalye

komik-hirsizlik-girisimi-22

#23 – On kaplan gücünde topuk

komik-hirsizlik-girisimi-23

Benzer Yazılar

Türkler de profesyonel görsel efektler yapabiliyorlarmış

$
0
0

Geçenlerde paylaştığım Elysium filminin göz dolduran görsel efektleri başlıklı yazıyı hatırlarsınız. Sinemaya olan özel ilgim vesilesiyle bu tür çalışmaları takip etmeyi ve güzel örneklerle karşılaştıkça sitemde yer vermeyi seviyorum. Görsel efekt işiyle uğraşan, özellikle yabancı firmaların “Bakın hele biz nasıl işler yapıyoruz” manasında (showreel mi diyorlar neyse artık) videolar paylaşmaları adet oldu. Onlar belki bir nevi referans olması amacıyla yayınlıyorlar ancak bu tür videolar aracılığıyla izlediğimiz filmlerin ne tür aşamalardan geçtiğini görüp şaşırmak, biz izleyiciler açısından da eğlenceli oluyor.

İşin aslı gün gelip de bir Türk firmasının elinden çıkmış bu tür bir sunumu paylaşacağım aklımın ucundan geçmezdi. Adamlar yapmışlar valla, Yasak isimli bir dizi varmış, televizyon izlemediğim için daha önce duymamıştım ancak GeniusPark isimli Türk menşeili firma bu dizi için yabancı örnekleriyle rahatlıkla yarışabilecek nitelikte görsel efektler hazırlamış. Gerçi web sitelerininContact” sayfasındaki Süleyman Saba Cad. Beşiktaş / İstanbul ifadesi olmasa Türk olduklarını söylemeye bin şahit gerekir. Ticari nedenlerle midir yoksa o malum “Ne kadar yabancı o kadar iyi” kompleksimizin bir ürünü olarak mı isimleri dahil her şey için İngilizce’yi tercih etmişler bilmiyorum (ve kesinlikle tasvip etmiyorum) ancak yaptıkları işi de takdir etmemek elde değil.

Benzer Yazılar

Otobüste başka bir kadının saçını yakan kaçık kadın

$
0
0

Evet sevgili dostlar, gün geçmiyor ki dünyanın bir ucundan psikopatlık ürünü bir haber alıp yaşamı ve dünyayı sorgulamayalım. 56 yaşında yaşlı bir kadın hangi sebeple otobüse binip önünde oturan başka bir kadının saçını yakar? Akabinde neden hafifçe sırıtarak yanında oturan başka bir yolcuya “Bak bak nasıl da yanıyor” diye gösterip reaksiyon almaya çalışır? Hepsi bir kenara saç yakmak nedir lan? Şerif gelip tutuklayınca da “Kazayla oldu” demiş, meczup olsa gerek.

Bir de şu yabancıların “Kendimi hiç güvende hissetmiyorum” triplerine bitiyorum yemin ediyorum. Kadının biri otobüste saç yakıyor, görgü tanıkları televizyona röportaj verirlerken “Kendimi hiç güvende hissetmiyorum” diyorlar. Bizdeki “Dövlet bize bahmiyi” geyiğiyle eş değer bir olay. Gerçi bir yandan da hak vermiyor değilim zira adamlar korku odaklı yönetiliyorlar. İnsanın en temel ihtiyaçlarından biri olan güvenliğin sağlanabilmesi için devlete ihtiyaç duydukları; devletin de Afganistan’a girmezse, Irak’a girip terörist ortadoğuluları öldürmezse kendi memleketlerinde huzur içinde yaşayamayacakları gibi çarpık bir bilinçle yetiştiriliyorlar. Mesela saç yakan bu hanım teyze atıyorum Arjantinli olsaydı, ABD “Arjantinli teröristler otobüslerimize girip kadınlarımızın saçlarını yakıyorlar” gibi bir bahaneyle Arjantin’e girmeye hazırlanabilir, “Güvende hissetmiyorum, güvende hissetmiyoruuum!” diyen halktan da pek tabi destek alabilirdi.

Teşbihde hata olmaz efenim, esen kalınız.

Benzer Yazılar

Torku’dan “Eto Bitmiş” temalı Ramazan reklamı: Pide Bitmiş

$
0
0

İnternetin fenomen gruplarından (veya kişilerinden, tam emin değilim) Educatedear’ın Troll Oktay (Eto Bitmiş) isimli şaheser niteliğindeki remixini bir çoğunuz bilirsiniz. Benim de dilime pelesenk olmuş nadide bir çalışmadır kendisi, hatta zaman zaman yazılarımda bu olaya gönderme yapmaktan büyük keyif duyarım. Yerli malı yurdun malı, herkes onu kullanmalı marka Torku Educatedear’in bu işini Ramazan vesilesiyle “Pide Bitmiş” şeklinde uyarladığı bir reklam filmi hazırlamış, bana soracak olursanız çok da güzel olmuş.

Tabi bu tür şeyler insanların akıllarına “Acaba orjinal işi yapan kişinin hakkı teslim edildi mi? Kendisinden izin alındı mı?” türü sorular getiriyor. Torku, Educatedear’den izin aldı mı (almadıysa gerçekten ayıp etmiştir zira) bilmiyorum ancak markaların bu tür internet fenomeni videoları reklam filmlerine uyarladıklarını ve genellikle başarılı olduklarını biliyoruz. Fiat’ın 2009 yılından günümüze merhaba diyen Al dedi git dedi temalı reklam filmini bu anlamda tekrar hatırlayabiliriz.

Benzer Yazılar

Oğlum bak git tadında dayak yiyen adam

$
0
0

Normalde şiddet içeren görüntülere sitemde mümkün mertebe yer vermemeye çalışıyorum ve fakat bazen öyle cevherler denk geliyor ki kayıtsız kalmak da olmuyor. Yukarıda gördüğünüz örnek de bunlardan bir tanesi. Olayın öncesini bilmiyoruz ancak videodan anladığımız kadarıyla herifçioğlu ekmeğinin peşindeki adama musallat olup, taciz edip duruyor. “Hadii hadi vursana! Vursana hadii!” deyip etrafında dört dönüyor ve beklenmedik bir şekilde tek yumrukta nakavt oluyor. Evet, biz insanlar ezilmeye çalışılanların galip geldiği bu tür olaylara şahit olmayı seviyoruz.

Benzer Yazılar


Facebook’ta yaşadığımız yalan dolan hayatlar

$
0
0

Neden Feysbuk’ta “Arkadaşlarla nargile keyfi” türü paylaşımlar yapmadığımı, benim için anı yaşamanın diğer insanlara gösteriş yapmaktan çok daha önemli olduğunu daha önce defalarca kez dile getirmişimdir. Hatta eleştiri dozunu arttırıp, konuyla alakalı Modern zamanların en sosyal macerası: Ölümcül Paylaşımlar başlıklı mini bir öykü yayınlamışlığım bile var. Tanımında “Sosyal” ifadesi yer almasına karşın gerçek anlamda insanları asosyalliğe ve yalnızlığa iten ağların -içlerinde bulunmama rağmen- artık büyük ölçüde karşısındayım diyebilirim. Gerçi suç onlarda değil, modern insan gösterişe, egoya ve kibire tapma konusunda kendinden önce gelenleri solda sıfır bırakacak kadar büyük bir potansiyele sahip. Sosyal ağlar da insanlara bu potansiyeli değerlendirebilecekleri bir zemin sağlıyor hepsi bu.

Benzer Yazılar

Yolsuzluk iddialarına hüngür hüngür ağlayarak cevap veren Japon politikacı

$
0
0

Şu siyaset ne lanet şeymiş be arkadaş ya. İnsanları böylesine madara edebilen başka bir şey daha var mıdır bilmiyorum. Videomuzun kahramanı Ryutaro Nonomura isimli Japon bir politikacı. Kurtarma sınavlarına gitmek için yazın takım elbise giymek zorunda kalmış liseli gibi göründüğüne bakmayın, kendisi 47 yaşındaymış. Şahsi amaçları için (seyahate mi gitmiş ne) devlet bütçesinden 3.000.000 Yen, yani yaklaşık 30.000 Dolar harcadığı iddiasıyla suçlanıyormuş. O da tutmuş bir basın toplantısı düzenleyerek vatandaşlardan özür dilemek istemiş. Tabi işin “Allah belamı versin ki yapmadım, yaptıysam şurdan şuraya gitmek nasip olmasın” edasıyla iki gözüm iki çeşme hönkürerek ağlama noktasına geleceğini öyle sanıyorum ki kimse tahmin etmiyormuş.

Buradan Japon Hükümetine sesleniyorum: Bırakın yazıktır yav. 30.000 Dolar mı neyse toplayalım gönderelim yeter ki şu adamın üzerine gitmeyin. Videoyu izlerken herifin burnunda her an sümük baloncuğu oluşacak diye gerim gerim gerildim yemin ediyorum. Veya gidin kendi aranızda halledin, dünya kamuoyunu bakkaldan şeker çalarken yakalanıp ağlamaya başlayan bakan imajıyla tanıştırmaya ne hakkınız var kardeşim? Yolsuzluğun bile ağırlığı olmalı bir yerde.

Benzer Yazılar

Porsche’un viral reklam yüzü olduğuna inanmak istemediğim zenginlikten saçmalayan kız

$
0
0

Merhaba sevgili arkadaşlar, ben Caner. Ben de bir çoğunuz gibi fakirim. Yani en azından elime kamera alıp “Fakirler ölsün Porsche’dan selamlar” diye video çekemeyecek kadar fakirim. Peki eline kamera alıp “Fakirler ölsün Porsche’dan selamlar” diye video çekebilecek kadar zengin olan insanları kıskanıyor muyum? Nevır. Aksine zengin olup da böylesine uçuk bir kafayı yaşayacağıma mistik bir cadı tarafından lanetlenip tırtıl bokuna dönüştürülmeyi tercih ederim.

Bir an düşündüm, lan belki Porsche’un viral reklamıdır falan dedim ancak pek kıymetli ev arkadaşım Bünyamin son derece yerinde bir tespit yaparak “Böyle bir reklamı izleyen adamın Porsche alacağı varsa bile almaz” dedi, haklı da. O zaman soruyorum: Aga bu nedir? Bizim gözümüzden ırak yaşayan zenginler çocuklarını mümkün olabildiğince beyin kavramından arınmış olarak mı yetiştiriyorlar? Hadi biz sabah akşam vere ekmek yiyoruz ekmek beyinli oluyoruz, bunlar havyarlarla bilmem nelerle beslenen, özel okullarda okuyan insanlar, normalde biz fakirlerden daha zeki olmaları gerekmez mi? Şuna bak zenginlikten tiksindim. Mazallah böyle bir kızım olur diye zengin olmaktan vazgeçtim.

Benzer Yazılar

Hit olacak bir pop şarkı yapmanın formülünü çözen eleman

$
0
0

Az buçuk müzik geçmişi olan biri olarak günümüzdeki kadar basit melodilere sahip, tekerleme gibi şarkıların nasıl olup da hit olmayı başardıklarını hep merak etmişimdir. Bu elemanın kafası da benim gibi çalışıyor sanırım, aynı soruyu sormuş ve ünlü olan şarkıların ortak noktalarını gözlemleyerek işin formülü çözmüş. Serdar Ortaç’a danışmanlık yapabilecek potansiyele sahip olan arkadaşımız olayın aslında sanıldığı kadar zor olmadığını, aklınıza gelen ilk melodiyi kullanarak ve biraz da Google’dan yardım alarak evdeki imkanlarla bile hit olacak şarkılar yapabileceğinizi ortaya koymuş. İngilizce anlatımdan sıkılırsanız direkt 2:50′ye atlayarak yaptığı şarkıyı dinleyebilirsiniz.

Elemanın mimiklerine ve tipine ayrıca hasta oldum. Olayı sürekli KPSS sınavı için çalışması gerekirken neden böyle işlerle uğraşarak vakit harcadığını sorgulayan, memur çocuğu yüz ifadesiyle anlatıyor. Bu da konuyla alakalı ikinci videosuymuş, ilk videosuna ulaşmak için şu adresi ziyaret edebilirsiniz.

Benzer Yazılar

En iyi korku filmleri listesi #1

$
0
0

Ezelinden beri izlediğim filmleri kategorilere ayırarak sitede yayınlamak gibi bir amaç güdüyorum. Ne var ki yıllar yılları kovalamasına rağmen, inek içip dağa kaçma olaylarının bir türlü sonu gelmediği için asla tam anlamıyla bu konuya odaklanma şansım olmadı. Aslında sitenin kendisine de hiçbir zaman istediğim kadar ilgi gösteremedim, bazı şeyler ne kadar çok isteseniz de olmuyor işte yapacak bir şey yok. Aklımdan geçenleri bir bilseniz, böyle özel bir sinema köşesi yapıp filmleri yorumlayacak, kendi puanlarımı verecektim. Öneriler, afişler havalarda uçuşacaktı. Neyse bu zamana kadar kısmet olmadı, görünen o ki yakın bir gelecekte de olmayacak. Bu halde elden gelenin en iyisi neyse onu yapmaya çalışacağım.

İşe, şimdiye kadar izlediğim korku filmlerini süzgecimden geçirip listeleyerek başlamak istiyorum. Aslında uzun zamandır, çocukluğumdan beri korkuttuğunu iddia eden herhangi bir filmin -çok istememe rağmen- tam anlamıyla etkisine kapılabilmiş değilim. Sinema gurusu olduğumu iddia etmiyorum ancak diğer insanlardan daha fazla film izleyen biriyseniz bir yerden sonra hangi kamera açısından sonra ne tür bir sahne geleceğini az çok tahmin eder hale geliyorsunuz. Bu olay haliyle işin eğlencesini büyük ölçüde kaçırıyor. Elinizde, daha önce denenmemiş, görülmemiş kurgularla karşılaşıp şaşırmayı umut etmek kalıyor.

En iyi korku filmleri” ismini verdiğim bu liste genel olarak benim korku filmi anlayışıma hitap eden yapımlardan oluşuyor. Yani aralarında dolaşırken suç, gizem, psikolojik gerilim gibi farklı türlere ait filmlere rastlayınca “Vay bu ne biçim korku filmi listesi böyle” diye yakınmamanız en büyük temennim. Gerçi yakınsanız da gocunmam zira internette ne kadar saçma listelerin dolaştığını biliyorum. Ek olarak kült filmlerin çoğunlukta olduğu bu listenin bir başlangıç olduğunu, kısmetse devamının geleceğini tekrar hatırlatmakta fayda görüyorum. Dediğim gibi amacım bir yerden başlayarak, herkesin bildiği yapımlar dahil olmak üzere sevdiğim filmleri listelemek ve gerek sıkı sinema takipçilerinin gerekse en basit gerilim sahnelerinde bile koltuğa yapışan arkadaşların (canlarım benim, o bembeyaz sayfa gibi olan halinize özeniyorum) “La bugün ne izlesem” dedikleri durumlarda şöylecenek göz atabilecekleri bir kaynağın daha var olmasını sağlamak.

Listeyi 20′den geriye doğru sıraladım, kabaca geçerliliğine güvenebilirsiniz fakat samimi olmam gerekirse bunu daha çok olaya heyecan katmak için yaptım. Öbür türlü ben kendi iç dünyamda bile Sinister’ın mı yoksa Insidious’un mu daha iyi bir film olduğuna karar veremiyorum anasını satayım. Son olarak, zamanla oluşturmayı ümit ettiğim film listelerimin IMDB üzerinden de ulaşılabilir olmasını planlıyorum. Bu ilk korku filmi listesine erişmek isterseniz şu bağlantıyı kullanabilirsiniz.

20. Drag Me to Hell (2009)

Yaşlı ve tek gözü kör kadınların insana musallat olup yedi cihanı dar edebilme potansiyelleri olduğunu bu filmden öğrenmiştik. (Spoiler geliyorum diyor) Sonu kötü biten filmleri normalde hiç sevmem, beni aldattıklarını, umutlarımla, hayallerimle oynadıklarını, haybeye zamanımı çaldıklarını düşünür ve bütün arkadaş ortamlarında gıyablarında “Bok film” yorumunu yaparım. Ancak bunun gibi birkaç istisna da yok değil.

19. The Fly (1986)

Korkutucu olmaktan çok mide bulandırıcı bir bilim-kurgu filmi ancak yine çocukken izleyince aşırı derecede korkuttuğu için bu listede yer almayı hak ettiğini düşünüyorum.

18. The Last House on the Left (2009)

IMDB puanını büyük ölçüde mikrodalgalı intikam sahnesine borçlu olduğuna inanıyorum. Spoiler vermek gibi olmasın, başarılı bir yeniden çekim olan filmimiz insanı “Oh ulan ne iyi oldu” diyecek kadar tatmin ediyor. İyi hatırladım bir ara tekrar izleyeyim.

17. Poltergeist (1982)

Alman ilaç markası gibi bir isminin olması, üzerinden 32 yıl geçmiş bulunmasına rağmen hala kız arkadaş korkutma potansiyeline sahip olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Zaten bu tür filmleri “Bu ne yeaa” kafasıyla değil, çekildiği dönemin şartları göz önünde bulundurarak izlemek lazım. Günümüz korku filmlerine ilham veren yapımlar olduklarını unutmamak lazım.

16. Mimic (1997)

Böcekliğini bilmeyen namussuz böcekler çocukken çok korkutmuştu. Hamamböceklerinin hepsinin daha ileri gitmeden önlerinin kesilmesi gerektiğine inandırmıştı. Şimdi, damakta bıraktığı o tad kaçmasın diye tekrar izlemiyorum. Neticede bazı şeyler geçmişte güzel.

15. The Uninvited (2009)

Bu film bana ismini duyduğum an çok cazip gelmişti. Hiç öyle puanına falan bakmadan izleyip keyif almıştım. Davet edilmeden gelen şey ne olur? Katil olur, ifrit olur, itlik olur, pislik olur. İyi bir şey davet edilmeden gelmez, net. İsim zaten her şeyi anlatıyor.

14. 1408 (2007)

Ooo John Cusack’lı otel odasını insana dar eden beyin yakmalı film. Alırım bi’dal. Bu güzel eseri san’at camiasına kazandırdığı için Stephen King’e selamlarımızı gönderiyoruz. Allah uzun ömürler versin reyiz. Buick’in de filmini bekliyoruz haberin olsun.

13. Sinister (2012)

Esas çevirisi “Uğursuz” olması gerekirken bizimkiler nedense “Lanet” demeyi tercih etmişler. Keşke uğursuz olsaydı, özgün olurdu, güzel olurdu.

Harbiden bizimkiler neden filmlerin orjinal isimlerine sadık kalmama konusunda bu kadar ısrarcılar? Ben Holivut’lu bir film yapımcısı olsaydım, Türklerin “Santa Maria’s Rolling Bastards and Killing Theory” isimli filmimi “İntikam Peşinde” olarak çevirdiklerini gördüğüm an tüm sorumluları buldurtup ağızlarına kaşıkla vururdum.

Filme dönecek olursak, bir bölümünde korku filmlerindeki tabuları yıkma girişimini ayakta alkışlamış, hemen ardından bunun aslında tabuları yıkma değil aksine “Filmlerdeki elemanları niye şöyle yapmadılar, niye böyle yapmadılar diye eleştirmeyin kardeşim. Yapılabilseydi yaparlardı işte, bakın olmuyor.” düşüncesi eşliğinde kurnazca bir aklama girişimi olduğunu idrak edip alkışlarımı geri almıştım. Yine de olaya farklı bir boyut kazandırdığı için takdir etmiştim.

12. The Omen (1976)

Şeytanın çocuğu temasını işleyen ilk film midir emin değilim ancak birileri öyle olduğunu iddia ederse hemen inanırım, problem etmem, olay çıkarmam. Hem kendisi hem de 2006 yapımı yeniden çekimi ayrı ayrı güzel ama sonu şey olmayaydı daha iyiydi… Var ya hani…

11. The Thing (1982)

Dışarısı boran, dışarısı ayaz, dışarısı kar. İçerisi tehlikeli, içerisi güvensiz. İnsana can-ı gönülden düşman bir “şey” var ama aman may gad ney?

10. Orphan (2009)

Bezeyleyi bıçakla keserek insanın sinirlerini bozmak kimin aklına geldiyse kendisini tebrik ediyorum. Çocuk değil ömür törpüsü mübarek kız. Zaten… Aslında var ya… Lan spoiler vermeden yazmak da zor iş ha.

9. The Others (2001)

“Vaaay” dedirten, ters köşe yapan terbiyesiz film. O beyaz örtünün altındaki çocuğun yüzü aradan geçen 13 seneye rağmen hala on kaplan gücünde sıçırtma potansiyeline sahip. Harbiden ha şimdi düşünüyorum da ne güzel akıl etmişler bu filmi, öyle pek fazla örneği de yok yani.

8. In the Mouth of Madness (1994)

Eski toprak Sam Neill’in T-Rex tarafından kovalanmadan da korkutabildiğini, daha doğrusu gerip ruh sıkabildiğini kanıtladığı eser. Hiç öyle en azından bir yerlerden Velociraptor falan çıkar diye beklemeyin, olay farklı.

7. Fallen (1998)

Denzel Baba’nın kadri yeterince bilinememiş olan pırlanta niteliğindeki eseri. “Sigara… İnsan böyle bir şeyi neden bırakır ki?” repliği ile pür kötülüğün vücut bulmasına tanıklık ediyoruz. Mecaz yapmadım, pür kötülük gerçekten de kendisine vücut buluyor… Aslında film zaten tamamen pür kötülüğün kendisine vücut bulması üzerine kurulu. Kediye dikkat diyelim.

6. Insidious (2010)

Plaktan çalan o ürkünç güzellikteki şarkı var ya, heh işte onu aslında kadın söylemiyor. Mezarında rahat uyusun Tiny Tim isimli bir “amca” söylüyor, şarkının adı da Tiptoe.

5. Carrie (2013)

Stephen King’in her üç beş yılda bir geleneksel olarak filme dönüşüp en çok ekmek yediren karakteri Carrie olsa gerek. Kaç farklı versiyonunu izlediğimi hatırlamıyorum bile ama şairin dediği gibi; “Hala çok güzel hakkında konuşmak senin“. Ayrıca bu filmin tanıtımı için yapılan şu eylemi de tekrar hatırlamakta fayda var.

4. Identity (2003)

Ooo John Cusack’lı başka bir süper beyin yakan film, alırım bi’dal. Aslında korkutmaktan ziyade geriyor ve dahası gererken düşündürüyor. Hele finalde beyinlere indirdiği o balyoz yok mu, hey babam hey. Tahmin edebilmiş olan varsa beri gelsin, bi’şey konuşacağım.

3. The Sixth Sense (1999)

Bu filmin yönetmeni veya yapımcısı ile Bruce Willis’in ortak biçimde oynadıkları büyük bir kumar olduğunu duymuştum. Birinden biri “Ya gider ya gelir, haydi Ya Allah” deyip varını yoğunu bu projeye yatırmış ve sonuç itibariyle sinema tarihi “Ay si det pipıl” gibi unutulmaz bir replik ile tanışmış.

2. The Silence of the Lambs (1991)

O bir katildi, kötü adamdı, beyin yiyen bir yamyamdı ama şeytan tüyü falan vardı ki bir şekilde sevdik. Şevkatle adam öldüren naif katil Hannibal Lecter’a ve onu kalplerimize taşıyan eli öpülesi usta Anthony Hopkins’e selam olsun.

1. The Exorcist (1973)

180 derece geriye dönen kafalar, işlevsiz haçlar, hafif bir meltem esintisi tadındaki kutsal sular ve çaresiz kalan kilise. “Din sizi kötü ruhlardan korumaz” subliminal mesajını bir kenara bırakacak olursak, tartışmasız çoğumuzun çocukluğunu yiyen, geceleri karanlık koridorlardan ışıklı odalara koşmamıza neden olan pis bir filmdir “Şeytan”.

Vizyona girdiği tarihte çoğumuzun hatırladığı merdivenden geri geri inen kızın görüntüsü aşırı derecede korkunç bulunduğu için makaslanmış. Yani bizim izlediğimiz aslında filmin genişletilmiş versiyonu.

Bonus: The Crazies (2010)

1973 tarihli kült filmin yeniden çekimi. Lezzetli, korkutmasa da ürperttiği için gideri var diyebiliriz. Ben şahsen öyle yapmıştım, film bulamadığım bir ara düşük beklentilerle izleyip ne de güzel sevinmiştim.

Benzer Yazılar

Viewing all 283 articles
Browse latest View live